Tatlı krizleri mi yaşıyorsunuz? Bağırsaklarınıza Candida Albicans Mantarı yerleşmiş olabilir!
Tatlı krizleri mi yaşıyorsunuz? Şekerli gıda yemeden duramaz mı oldunuz?
Belki sizin de bağırsaklarınıza Candida Albicans Mantarı yerleşti. Bağırsak da iyi bir sindirim yapmamıza yardım eden pek faydalı bakteri vardır. Antibiyotikler, yanlış beslenme, ağır metaller, alerjiler, bazı ilaçlar bu faydalı bakterilerin zarar görmesine neden olur.
Candida Albicans mantarının üremesini kontrol eden bu faydalı bakteriler zarar görünce de candida kontrolsüz bir şekilde bağırsak mukozasında üremeye başlar. Candida beyaz un ve şekerle beslenir. Bedenin şekeri hızla düşer. Kişi de, odaklanma güçlüğü, el ayak titremesi, ter boşanması, depresif ruh hali, yorgunluk ve tatlı yeme krizlerine yol açabilirler.
Candida mantarları metabolizmaları gereği çeşitli toksinler ve alkol üretir. Toksin ve alkol bağırsakta gaz, şişkinlik, dışkılama sorunlarına yol açar. Bağırsakta ki lenf bezlerini zehirleyerek bağışıklık sistemini zayıflatır, hastalıklara direnç azalır.
Toksik etkilerle; yorgunluk, eklem ağrıları, baş ağrısı, depresif ruh hali ve ortaya çıkar. Alerjilerin ortaya çıkmasına ya da şiddetlenmesine sebep olur.
Kilo alımı artar…
BİOREZONANS; Sizin için bu sorununuzun giderilmesin de alkali beslenme ile beraber çok güçlü bir yardımcıdır.
Dengemizi bozan ağır metaller!
İçme suyu, gıdalarda ki katkı maddeler, kişisel bakım ürünleri, ev temizlik ürünleri, böcek ilaçları, amalgam dolgular, yediğimiz balığın içinde, ferahlamak için yüzdüğümüz havuz suyunun içinde bile insan sağlığını ve ekolojik dengeyi bozan, tehdit eden ağır metaller ve zararlı kimyasallar bulunmaktadır.
Bu maddeler; Alüminyum, arsenik, kadmiyum, civa, kurşun, çinko en yaygın olan ağır metallerdir.
İnsan vücuduna giren bu ağır metaller birikerek bedende toksik etkiye neden olur. Vücudun bağışıklık sistemi güçsüzleşir. Bağışıklık sisteminin düşmesi ve ağır metallerin bedende yarattığı asidik ortam
birçok hastalık için açık davetiyedir.
Ağır metallerden arınmak için BİOREZONANS size destek olacaktır.
Klima yerine pencere açın!
Kronik yorgunluk, tahammülsüzlük, çalışma isteğinin azalması, aşırı alınganlık, gereğinden uzun süren hastalıklar sorununuz olduysa ve yapılan tetkikler de önemli bir sonuç elde edilememişse: Belki de sorununuz, aşırı Elektro Manyetik akım yüklenmiş olmanızdır.
Elektro Manyetik kirlilik; Metrolarda, klimalarda, havaalanlarında, mikrodalga fırınlarda, kuaförlerde, baz istasyonlarında, AVM’lerde, Plazalarda, cep telefonlarında, bluetooth ve wireless kullanımlarında, uydularda, yüksek gerilim hatlarında oldukça yoğundur. Bu tip iş kollarında görevli olanlar ya da manyetik kirlilik yayan alanlara yakın ikamet edeler oldukça risk altındadır.
Elektromanyetik alana yoğun bir şekilde kalan kişilerin için Biorezonans metodu, bu kirlilikten arınmaları ve bu şekilde nedeni belirlenemeyen birçok sorunun giderilmesine yardımcı olur.
Yeni Bir İlişki İçin 7 Adımda Arınma !
Şu an hiçbir ilişkisi olmayanlar, yeni bir ilişkiden ya da yaşadığınız ilişkilerin hep aynı sorunları size yaşatmasından yorulanlar, ilişkilerini iyileştirmek isteyenler, öncelikle tüm eski ilişkilerle olan bağınızı kesin. Her ne yaşandıysa her ne hayal kırıklıkları olduysa hepsiyle ilişki bağınızı kesin. İşte size 7 adımda kolaylıkla uygulayacağınız bir yöntem.
1- Hayatınıza giren tüm erkeklerin / kadınların bir listesini yapın.
2- Bu liseye baba, anne, kardeş, amca, teyze, arkadaşlar ve yaşadığınız aklınıza gelen tüm karşı cinsle olan ilişkileri dahil edin.
3- Bunları kronolojik bir sıraya dizin.
4- Sakin, huzurlu bir ortam yaratın. 7 derin nefes alın ve gevşeyin
5- O yıllarda kaç yaşındaysanız, o yaşınızı düşünün ve her birini düşünüp hissederek aşağıda ki sihirli cümleleri kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edin.
6- Bu cümleler: Yaşadığımız her şey için sana teşekkür ederim. Harika bir deneyimdi. Seni seviyorum. Hissettirdiğim ve hissettiğim tüm sorunlar için AF DİLİYORUM. Yaşadığım bu deneyimlerden çok şey öğrendim. Seni seviyorum. Şimdi seni ve kendimi bu ilişkiden özgürleştiriyorum. Ben ileri doğru gelişiyorum.
7- Bu cümleleri tüm eski ilişkileriniz için uygulayın.
Bu bir arınma çalışmasıdır. Yeni ilişkiye ya da var olan ilişkiye yeni bir alan açıyorsunuz. Tertemiz boş bir sayfa. Bundan sonra her ne yaşamak istiyorsanız lütfen davet edin.
Kilo vermek istiyorsan asla “Kilo vermek istiyorum” deme!
Fit olmak, ince bir bedene sahip olmak, bu konuda bana gelen danışanlarımın ilk istedikleri şey… Ama hemen hepsi aynı hatayı yapıyor ve “ben kilo vermek istiyorum” cümlesi ile konuya giriyor. Bunu sadece bana değil tüm tanıdıklarına hatta kendi kendilerine defalarca tekrar ediyorlar.
Bu tekrarlar sonucu kendinizi sürekli yeniden programlıyorsunuz. Aslında niyet iyi ama bu sözleri söylerken yaydığınız frekans “BEN KİLOLUYUM” oluyor. Ben şişmanın ve bu yüzden kilo vermek istiyorum. Ben kilo vermek istiyorum demek “ben kiloluyum, şişmanım” anlamına geliyor ve yaydığınız enerji ben kiloluyum hissettiğiniz de BEN ŞİŞMANIM…
Hissettiğimiz şey her ne ise yaşadığımız şeyde odur… Lütfen bunu unutmayalım. “Ben kilo vermek istiyorum çünkü BEN ŞİŞMANIM.” İnancınız bu! İnandığınız şeyde hayatınızın gerçeği oluyor.
Ben kilo vermek istiyorum sözlerinin başka bir sakıncası ise şudur; bilinç hiçbir şeyini vermek istemez, kendine ait ne varsa saklamak ister, veriyormuş gibi yapıp geri alır.
Kişiler bu yüzden eski eşyalarını atamaz, eski anıları ile vedalaşamaz, eski sevgililerinden tamamen kopamaz. Hatta hastalıklarını bile bırakmak istemeyen o kadar çok kişi var ki. Tabii tüm bunlar farkında olmadan yapılıyor. Bilinçaltı böyle kodlanmış. Daha çok küçük yaşlarda öğrendiğimiz “malına sahip çık, sakla samanı gelir zamanı, boşa israf etme” gibi pek çok veri bilinçaltımıza yerleşmiş durumda.
Bilinç asla vermek, bırakmak istemez. Verirse sanki kendinden de bir şeyler gidecek, sanki bazı yanlarını kaybedecek gibi hisseder. Vermek kaybolmak hatta ölmek gibi gelir. Bu istemediği kilolar bile olsa ona aittir ve bilinçaltı bırakmak istemez.
Kurduğunuz cümle olmak istediğinizi yansıtsın. “Benim ince ve sağlıklı bir bedenim var” cümlesini tekrarlamak ve bu sözleri söylerken de hissederek hatta olmak istediğiniz o bedenin resmine bakarak ya da hayal ederek söylemeniz isteklerinize ulaşmanıza çok ama çok yardım edecek.
“Kilo vermek istiyorum” cümlesini lütfen hafızanızdan çıkartın ve onun yerine “tam istediğim gibi sağlıklı ve ince bir bedenim var” olumlamasını hayatınıza sokun.
Ama ben böyle olduğuna inanamıyor ve hissedemiyorum diyorsanız cümleniz şu olsun;
“ Her geçen gün çok daha sağlıklı ve ince bir bedene sahip oluyorum. Bedenim seni çok seviyorum”
Dostum Depresyon!
Depresyon da olmak demek, kişinin kendisini huzursuz, mutsuz, sıkıntılı ve gergin hissetmesi demektir. Hayatın anlamı kalmamış gibidir. Aslında depresyon da olmak oldukça şanslı bir durumdur.
Depresyon kişinin sigortası gibidir. “ Hey, hayatında bir şeyler yolunda gitmiyor, bak bakalım neler bunlar “ diye kişiyi uyaran bir alarm gibidir.
Eğer çok huzursuzsam, gerginsem hemen bir ilaç alıp rahatlamak bir süre için çözüm olabilir ama önemli olan “bu alarm neden çaldı?” sorusunun cevabını bulmaktır. Yaşantımızı buna göre yeniden düzenlemek, hayatın anlamını yeniden yakalamak kalıcı çözüm getirir.
Yaşadığınız hayatın bir anlamı kalmadığını hissettiğinizde, sıkıntılı ve neşesiz olduğunuzda ve bu durum kalıcı bir hal almaya başladığında lütfen hemen panik yapmadan içinize dönüp “neden böyle hissediyorum” diye kendinize sorun.
Örneğin:
– Ben neşeli değilim
– Neden böyle hissediyorum
– Hayat çok sıkıcı… Neşelenecek ne var ki…
– Hayatım çok sıkıcı…
Tüm bunlar uyarı sisteminiz – Yaşadıklarınız, yaptıklarınız sizi tatmin etmiyor. Aslında yapmak istedikleriniz başka, ya da şu an eksik yapıyorsunuz. Hissedilen bu sıkıcılık, sizin en yakın dostunuz, size mesaj veriyor. Hayatınıza ve yaptıklarınıza ya da yapamadıklarınıza bir göz atın, kendinizi fark edin. Ne istiyorsunuz bu hayattan ve neler yapmak hoşunuza gider. Başkalarına göre yaşamayı bırakın, kendi özünüze göre hayatına bir çeki düzen verin.
Depresyon sırasında kişilerin düşüncelerinde ki bu frekans beyni de uyararak “hey bir şey yanlış gidiyor” der adeta ve beyinde buna uygun bir tavır içine girerek hormon sistemini uyarır. Bu durum tabi ki beden kimyasallarını etkiler, duygu ve düşünce yapısına uygun olarak seratonin, dopamin gibi mutluluk hormonlarının az salgılanmasına neden olur.
Kişide yorgunluk, keyifsizlik sinirlilik tahammülsüzlük artmaya başlar. Depresyonu yakın bir arkadaşınız gibi görerek size verdiği mesajın ne olduğunu anlamaya çalışmalısınız. Bunun için özünüze dönme, yapmak istediklerinize engel olan anı ve inançlarınızı fark etmek için “Duygusal Özgürlük” çalışması ve Biorezonans frekans teknikleri ile bedenin kimyasallarının ( mutluluk hormonlarının ) düzenlenmesi sizi daha keyifli ve tatmin dolu bir yaşama sokar.
Unutmayın DEPRESYON düşman değil sizin en Yakın Dostunuzdur. Sizi uyanışa çağıran, özünüzü yaşamaya davet eden en sağlam KANKA nızdır.
Belma Yener / Biorezonans Enerji Beden Danışmanı
Aşk ve Güven!
Bir ilişkiniz olsun istiyor musunuz?
Sizi seven, size aşık, varlığı ile hayatınızı dolduran, şöyle dolu dolu bir aşk yaşamak nasıl olurdu?
İçinizden bu cümleleri okuduğunuzda neler geçiyor? Neler söylüyorsunuz kendinize?
Ah nerde?
Kim istemez ki?
Keşke olsa, ama zor ve bunun gibi pek çok cümle…
Sizden istediğim bu cümleleri okuduğunuzda ilk aklınızdan geçen cümleyi yazmanız.
Örn:
“Kim istemez ki?” dediniz. Bunu bir kağıda yazın. Kim istemez ki derken, aslında herkesin arayıp durduğu ama bir türlü bulamadığı bir durumdan bahsediyorsunuz.
Ya da “Bu harika olurdu ama olması çok çok zor.” mu diyorsunuz?
İnançlarımız bizim evrene yaydığımız titreşimleri belirlerler… İnançlarımız, nasıl hissettiğimiz bizim enerji alanımızda frekans olarak yayın yapmaktadır. Lütfen yaydığınız frekansın sizde ki inanç şeklini, sizde ki düşünce şeklini bulun.
“Böyle bir ilişki bulmak çok zor ama tabi ki isterim” diyorsanız; hem isteyip hem zor demekle bilin ki kendi yolunuzu kesiyorsunuz. Olacak olanında olmaması için gereken sihirli cümleyi söylüyorsunuz.
“Böyle bir ilişki içinde olmak çok zor düşünce ve inancımı şimdi benden özgürleştiriyorum. Onu serbest bırakıyor, onu düşüne ve duygularımla besleyip bende var olmaya devam etmesini iptal ediyorum.” cümlesini kullanın ve bu inançtan öncelikle arının.
İkinci adım ise; kendime aşk ve güven ilişkisi içinde yaşamak için izin veriyorum. Böyle bir ilişki için alanımda yer açıyorum. Aşk ve güveni kalbimde hissediyor ve onların titreşimini evrene yayıyorum. Yaydığım frekanslara uygun doğru kişinin bana geldiğini hissediyor ve emin bir şekilde bekliyorum.
Gelen her kişi doğru kişidir. Bunu bilin! O doğru kişi, size sizi gösterecek kişi demektir. Siz kalbiniz de ne kadar aşk ve güven içinde olduğunuzu hissedip bunu yayarsanız, bu duyguyu hisseden, size bunu yaşatabilecek kişi size gelecektir. Eğer gelen kişi size beklentilerinizi yaşatmıyorsa, daha temizlemeniz gereken inançlarınız vardır ve bunları görmeye başlamışsınız demektir.
Aşk ve güven dolu günler…
Hayatınızın yazarı, iç çocuğunuz ile buluşma…
Hemen hemen hepimizin içinde duygusal anlamda yeterince gelişmemiş, sağlıksız bir çocuk vardır. Kişiler fiziksel olarak büyür, gelişir ama duygusal bakımdan fiziksel bedenine eş değerde büyüyüp gelişemez. Bu kişiler kendilerine verdikleri değeri başkalarının onları onaylayıp değerlendirmelerine bağlamışlardır.
İç çocuk ortalama 5 yaşlarındadır. Bu yaşlara kadar hamilelik süresi de dâhil olarak yaşanan olaylar, hatıralar ve bunların etkisi ile oluşan inançlar, kalıplar, önyargılar, hayat hakkında alınan önemli kararlar acılar, iç çocuğa kaydedilir. Tüm yükü içimizdeki çocuk taşır.
İç çocuğumuz büyürken bastırılmış, utanca boğulmuş, dinlenmemiş, yalnız bırakılmış, en önemli ihtiyacı olan sevgi ve güven ile örülmemişse oldukça korkak ve sağlıksızdır. Onun sesini duymak, onunla iletişimde olmak her zaman mümkün olmaz ama yaşadığımız olaylar bize onun varlığını rahatlıkla hissettirir.
Çünkü hayatımızın yazarı odur. Yaşanan ve bizi tatmin etmeyen ne varsa bunlar, iç çocuğumuzun tuttuğu acılar, korkular ve inançların hayatımıza yansımasıdır.
Yaşadığımız olayları tahlil edip, hangi acı ve inançların bunlara sebep olduğunu iç çocukla yapacağımız içsel sohbetlerle bir çeşit iç ses olarak dinleyip, anlayabiliriz. Bu sesi duymak, ne dediğini anlayıp sağlıklı, sevgi ve güven dolu bir ilişki kurmak, dengeli ve keyifli bir yaşam sürmemiz için çok gereklidir.
İç çocuğumuzu bastıran, iç anne ve iç babamızın seslerini de fark edip, aralarında ki sorunları çözmek iç çatışmalarımızın oldukça hafiflemesine yardım eder. Daha kolay karar verir, hedeflerimizi daha kolay fark eder, daha enerjik, daha tatmin dolu bir yaşantıya geçebiliriz.
İç çocukla buluşabilmek için ilk adımı içimizde ki ana ve baba atmalıdır. Belki size kendini göstermeyecek, belki uzun süre sizinle iletişim bile kurmayacaktır. Zamanında o kadar bastırılmıştır ki size kırgın ve güvensiz olması doğaldır.
Her gün ona 30 dakika ayırıp sabır ve şefkatle, onu yargılamadan iletişim kurmak için meditasyonlar yapmamız bu çalışmaların ilk adımıdır. Meditasyonlar ile zaman ilerledikçe içinizdeki çocuk size güvenecek ve iç dünyanızı anlamanıza yardımcı olacaktır. İçimizdeki çocuğun korkularını, inançlarını fark edip serbest bıraktıkça onun sesini dinleyip, ihtiyaçlarını giderdikçe mutlaka sağlıklı bir dönüşüm yaratırız.
İç çocukla yaptığımız bu çalışmalar derinleştikçe manevi yaşantımız zenginleşir. Olumsuz duygular dönüşüme girer.
Her gün yapılacak bu meditasyonlar hem iç çocuğunuzu tanıyıp onu sevgi ile kucaklamanıza hem de iç çocuğun anne ve baba ile olan iç çatışmalarını fark etmenizi sağlayacaktır.
Anne, baba ve iç çocuk bir olduğunda, her üçünün de ihtiyaçları fark edilip, hepsini mutlu edebilecek çözümler bulunduğunda, yaşam hedefinize doğru çok daha kolay, neşeli ve keyifli yol alırsınız.
Ama ilave etmek isterim ki tüm bilinçler bireyseldir ve iç çocuk sayısız biçimlerde kendini gösterebilir.
İç çocukla çalışmak çok güçlü bir tedavidir. Aile, ekonomi, iş ve ilişkiler konusunda değişik duygularla çalıştıkça yaşamınızın nasıl pozitif yönde değiştiğini göreceksiniz. Bu çalışmalar, özen ister, düzen ve sabır ister.
İç çocuk aynı zamanda yaratıcılık merkezi olan sakral çakra ile bağlantılıdır. İç çocukla çalıştıkça 2. çakranız güçlenip canlanacak, her şeyi fiziksel gerçekliğe taşıma yeteneğiniz artacak ve arzularınız fazlasıyla gerçekleşebilecektir. Kendinize zaman ayırın.
MS, Romatizma, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklarda biorezonans tedavisi…
MS, Romatizma, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklar otoimmün hastalıklar grubuna girer. Otoimmün hastalıklar vücudun bağışıklık sisteminin sağlıklı bir dokuya saldırıp onu yok etmeye çalışmasıyla meydana gelen genetik kökenli rahatsızlıklardır.
Bu tip rahatsızlıklarda sadece hastalığın yarattığı sorunlar giderilmeye çalışılarak hastalara yardım etmek yeterli gelmemektedir. Biorezonans’ın bu tip hastalıklarda tamamlayıcı, destekleyici olarak kullanılması ile sorunun ilerlemesinin önüne geçilebilir.
Bunun için; virüs, bakteri, parazit, mantar gibi patojenlerin, kimyasalların ve manyetik alan kirliliklerinin, allerjenlerin tespit edilip temizlenmesiyle, bu tip sorunlarla uğraşan beden, enerjisini sadece MS yada diğer hastalıklara verebiliyor. Böylelikle bağışıklık sistemi güçleniyor.
Hastalıkla ilgili bölgeler biorezonans frekanslarıyla uyarılır. Kişinin yaşam enerji meridyenleri dengelenerek hastanın kendini yeniden güçlü, neşeli, keyifli hissetmesi sağlanıyor.
Hastalığın duygusal ve düşünsel sebepleri ( bilinçaltı kök inançların ) de tespit edilip, temizlenmesi sağlanıyor.
Başkalarının sorunlarına kendinden çok önem veren, mükemmeliyetçi, kaygılı ve kendini suçlu hisseden kişilerde bu tip sorunların daha çok görüldüğü tespit edilmiştir. Bu tip duygusal sorunlarının hangi hatıra ve inançtan kaynaklandığının tespiti ve onarımı ile sorun çok daha hızlı çözülebilmektedir.
Otoimmün sorunlarda bilinçaltı kök inanç + biorezonans uygulamaları hastanın yaşam kalitesini değiştirir.
Çocuklarımız için koşulsuz sevgi, aşk ve güven dolu bir dünya…
Çocuklarımızı daha çok küçükken hatta anne karnındayken koşulsuz sevgi ve “ Sen çok değerli ve eşsizsin.” duygu ve düşünceleri ile yoğurmalıyız. Onların mayasına bunu işlemeliyiz.
Ama önemli bir nokta var ki; anne bu duygu ve düşünceleri kendisi için hissetmezken bebeğine nasıl verebilsin?
Anne adaylarına daha hamile kalmadan önce kendilerini sevmelerine, değerli hissetmelerine engel her ne varsa fark edip; içlerinde bir arınma sürecine girmelerini ve daha sonra hamile kalmalarını tavsiye ediyorum.
Hamilelikleri boyunca da hem kendisini hem bebeğini kabul, koşulsuz sevgi, güven ve değerlilik hisleri içinde sarıp sarmalamalılar. Bebek, “ben çok isteniyorum, seviliyorum” hisleri ile dolup taşmalı.
Anne adayının sık sık aynanın karşısına geçip sevgi dolu sözcüklerle, kendisi ve bebeğiyle iletişim kurması, güven, aşk, sevgi olumlamaları yapması, doğacak bebeğinin hayat kalite ve başarısını olumlu yönde etkileyerek, sevgi dolu, yaratıcı ve yaşamaktan korkmayan çocuklar yetiştirmesine yardımcı olacaktır.
Bebeklerin doğdukları andan itibaren annelerinin, babalarının ve etrafında bulunan diğerlerinin yaydığı olumlu- olumsuz tüm enerjilerden etkilendiği asla akıldan çıkarılmamalıdır.
Bebekle ayna karşısındaki sevgi kabul çalışmalarına devam etmeli, hatta biraz büyüyüp konuşmaya başlayınca da bu çalışmaları bir oyuna çevirerek “ben sevgiyim” oyunları oynamalıyız.
Çocuğumuz ile birlikte ayna karşısına geçip “ Ben kendimi seviyorum, ben çok güzelim, ben ailemi çok seviyorum.” oyunları, sarılma oyunları, onların kendilerini güvende hissetmeleri için gerekli desteği daha minicikken onlara verecektir.
Çocuk kendinin güvenilir biri olduğunu hissederse, büyüdükçe kendini çok daha güvende hissedecektir.
Yepyeni bir devir geliyor; belki de geldi bile. Korkuların olmadığı, sevgi, aşk ve güvenin kök salacağı bir dönem. Bu devrin öncüleri olarak yeni gelen kuşaklara sevgiyi yerleştirmek, aşk ve güveni büyütmek için üzerimize düşen görevleri mutlaka yerine getirmeliyiz.
Sevgiler…